Gürültünün ve görgüsüzlüğün hakim olduğu bir zamanda; görünmenin, gözetlemenin ve tüketmenin “değer” haline getirildiği, insanın hem tüketiciye hem de nesneye dönüştürüldüğü bir yüzyıldayız.
Organiklerin değil, inorganik olanların tercih edildiği bu çağda, neoliberal kapitalist sistem tarafından her şeyi hesaplayan insan piyasaya sürülmüş durumda. Bu insan, doğaya uygun yaşamayı unutmakla kalmıyor, aynı zamanda onu sistemin istediği şekilde tüketip yok etmeye uğraşıyor. Dolayısıyla anlamak yerine istila etmeyi seçen çoğunluk alçakgönüllülüğü, sessizliği ve kendisi gibi olmayanı ya da kendisine benzemeyeni hedef tahtasına oturtuyor.
Aynı insan, sistemin sunup pazarladığı “mikro-özgürlüklere” hapsolurken hep daha fazlasını istiyor, bir türlü tatmin olmuyor, nitelik yerine niceliğe yöneliyor ve yaşamını teknolojiye bağımlı hale getiriyor. Dolayısıyla “yeterli kadar çoktur” değil, “çok olan asla yetmez” diyerek sade ve yalın yaşamaktan uzaklaşıyor.
Bu hız çağında Jérôme Brillaud, akıntının tersine dikkat çekerek sakinlik ve küçülme için bir çağrı yaptığı ‘Basit Yaşama Felsefesi’nde Diogenes’e, Henry David Thoreau’ya, Kiniklere, Jean-Jacques Rousseau’ya ve daha pek çok isme selam gönderiyor.
KONFOR UĞRUNA ‘İYİ YAŞAMA’DAN VAZGEÇMEK
“Basit” kelimesi “sakillik” ve “kolaylık” gibi olumsuz çağrışımlara götürebilir bizi. Brillaud ve onun kitapta andığı isimler ise “basit” dediğinde yalınlığı ve sadeliği kastediyor.
“Sağ olmanın” yaşamak anlamına gelmediği, daha doğrusu yaşamayı karşılamadığını hatırlatan yazar, Eski Yunan’dan bu yana tartışılan bu konuyu didiklerken günümüzdeki imkanlar ve tüketim kültürü düşünüldüğünde basit, sade ve yalın yaşamanın ne kadar mümkün olduğunu sorguluyor.
Doğabilimcilerin biyolojik yaşamla ilgilendiğini, felsefecilerin ise “iyi yaşama”yı tartıştığını hatırlatan Brillaud, biyolojik yaşamın konforu uğruna “iyi yaşama”dan vazgeçildiğini; insan elinden çıkma ekolojik felaketlerin bu şekilde belirdiğini, üretilen biyopolitikanın insanı ve doğayı tükettiğini söylüyor.
Hayatın gürültüsünü susturmayı basit yaşamanın temeline yerleştiren yazara göre sessizliğe dikkat kesilmek ve ona ayak uydurmak bir sonraki eylem. Söz konusu yaşama biçimine ulaşmanın diğer adımı ise parçalananları toparlamak; yalınlığın iyileştiriciliğine erişmek için bu bir gereklilik. Organik olana atıf yapan Diogenes ve Kinikler de bu bağlamda verilebilecek örneklerden.
Brillaud, “basit yaşam”ın neye denk geldiğini ve nasıl mümkün olacağını tarif ederken zamanın ruhunu eleştiriyor: “Basit yaşam ifadesi, diğer şeylerin yanı sıra kendi kendine yeterlilik ve özerklik, ihtiyat ve özgürleşme, temas ve bütünlük, ilgi ve özen kavramlarıyla birlikte, şeyleri oldukları gibi adlandırmayı da kapsar. ‘Gezegeni kurtarmak’ basit yaşamla iştigal edenlerin, pek haklı bir şekilde düsturu olmuştur. Fakat basitlikle yaşanan bir hayat özgürlüğe, adalete, alçakgönüllülüğe, eleştirel düşünceye ve insan olsun ya da olmasın başkalarına gösterilen özene de değer verir.”
Basitliğin özünün doğrudanlık ve dolaysızlık olduğunu söyleyen yazar, Sokrates’in basit yaşamayı “az ihtiyacın bulunması” ve “iyi dostların varlığı” diye açıkladığını hatırlatıyor. Bunun haricinde erdem, kendini tanıma, mutluluk arayışı, kanaatkârlık ve doğaya uyumluluk da iyi yaşamayla eşleştiriliyor.
Brillaud, basit yaşamanın felsefi ve dinî açıklama ve uygulamalarının bulunduğunu tarihsel örnekler üzerinden anımsatırken meselenin saflığına ve ahlaki yönünü vurguluyor. Maddi zenginlikten sıyrılarak inzivaya çekilip iradesini güçlendirenlerden bahsederken özgürlüğün ve tevazunun basit yaşamanın ayrılmaz parçaları olduğunu hatırlatıyor.
Rousseau’nun doğaya dönüş, daha doğrusu doğaya uyum fikrinin basit yaşama düsturunun önemli bir aşaması olduğunu söyleyen Brillaud’ya göre düşünür, doğayı bilmek ve insanın kendisini bilmesi arasında güçlü bir ilişki kuruyor. “Burası bana ait” diyenlere inanıp destek verenler sayesinde tarihte yeni bir sayfa açıldığını düşünen Rousseau, doğanın ve toprakların çevrelenerek gaspların başladığını duyurmuştu. Dolayısıyla basit yaşama prensibinin yerini müşterek toprakların ve aklıselimin parsellemenin aldığını belirtmişti. Brillaud da basitliğin ve yalnızlığın kıskançlık, kibir, şiddet ve ihtiraslar nedeniyle yok olmaya yüz tuttuğunu vurgularken bir ayrımı anımsatıyor: “Toplumsal insan daima geleceğe odaklıdır ve hazırlıklı, uyumlu, uygun niteliklere sahip, yatkın ve deneyimlidir. Basit insan her şeye hazırdır çünkü herhangi özel bir şey için hazırlanmamıştır.”
GİRDABIN ÇEKİMİ
Gerek Rousseau gerek Thoreau, insanın makineleşmesine karşı çıkarken yalınlığı ve sadeliği savunarak kişilerin hem doğayla hem de başkalarıyla ilişkisini gözden geçirmesi için yollar açmayı amaçlamıştı.
Belki bir gereklilikten belki de bir kaçış nedeniyle Walden Gölü kıyısında, Ralph Waldo Emerson’ın evinde yaşayan Thoreau, az şeyle yetinirken hakiki yaşam ve ölüm üzerine düşünme fırsatı yakalamıştı. Alışkanlıkların, küçük “zaferlerin” ve yüzeyselliğin, sadeliği ve yalınlığı örselediği sonucuna varan Thoreau, bilgeliği “yaşama uğraşı” olarak tanımlamıştı. Brillaud, bahsi geçen bu üç ismin basit yaşama kavrayışını yorumlarken yeni yaşam biçimlerine yönelttiği eleştirilere de değiniyor: “Rousseau, Thoreau ve Emerson nasıl geçinileceğinden ziyade hayatı daha basit kılmanın yollarıyla meşguldü. Nihayetinde onların ahlak anlayışı yaşamı her şeyin üstünde tutuyordu; yaşamın en büyük tezahürüyse ancak doğada bulunabilirdi. Basitliğin ortaya çıkardığı ve basit yaşamanın bilinçli ve kararlı eylemlerle sürdürmeye teşebbüs ettiği şey ‘girdabın çekimi’ yani yaşam enerjisidir. Üç filozof da yazdığı dönemlerde meydana gelen değişimlerin son derece farkındaydı. Basitliğe olan ilgilerinin tanık oldukları devrimlerden kaynaklanması kuvvetle muhtemeldir. Onlara göre yeni yaşam biçimleri yaşamın karmaşıklığının hakkını teslim etmiyordu; hayatı ve yaşamayı bir dizi tüketici hırsına, otomatik faaliyetlere, bölücü uygulamalara ve kendi kendini bölme deneyimlerine indirgiyordu.”
Brillaud, Walter Benjamin’den esinlenerek zamanımızın gelişmişliği ve “fikir” zenginliği içinde basit yaşama eksikliğinin, insanı varoluşsal yoksunluğa götürdüğünü söylüyor. Dahası, yalın yaşamanın hafife alındığı bir zaman diliminde bulunduğumuz notunu düşüyor: “Hemen her şey hakkındaki anlık iletişim çağında, sözün Bulut’ta sonsuza dek kaldığı bir çağda dünyadan matemsiz, görülmeden, bilinmeden süzülüvermek korkutucu bir fikir hâline geliyor. Hepimizin hem karbon hem de dijital ayak izleri var. Bu dünyadan konuşulmadan ve takdir edilmeden ayrılmamıza engel olan yeni teknolojiler, hiçliği ve ölümü yenmek için görünüşte gelip geçici bir şekilde de olsa birçok yol sunuyor. Herkes sanal fakat kalıcı mürekkeplerle tam olarak kendine ait olmayan deneyimlere dair yazıyor.”
Brillaud, basit yaşamanın bir başka yönünün tüketim cazibesine karşı direnç geliştirmek ve daha fazlasını satın alma arzusunu dizginlemek olduğunu söylüyor. Neoliberal kapitalizmin zihni bulandıran faaliyetlerinin yarattığı etkiyi azaltma girişimi bu. Başka bir deyişle mevcut sistemin sürdürülebilirliğine çomak sokma ve sürekli büyüme düşüncesine karşı küçülmeyi savunabilme bilinci. Tüketimi körükleyen hızın yerine, yavaşlığı koyma gerekliliği. Brillaud’un deyişiyle basit yaşama, “uyuyan hayal gücünü uyandıran ve hayatın dingin sesini işitmeyi isteyenlere dünyada var olmaya ilişkin öneriler sunan” bir eylem. Buradan bakıldığında ve zamanımızın koşulları göz önüne alındığında hayli zor fakat imkânsız olmayan, kıymetli bir çaba.